CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNDA BİLİRKİŞİLİK

Mehmet Ufuk BAYRAKÇI

SMMM &BD & L.L.M

CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNDA BİLİRKİŞİLİK

 

  • GİRİŞ

    Çözümü özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir konuda ceza muhakemesinde karar verme yetkisini haiz olan yetkililerce özel veya teknik bilgisine başvurulan kişiye bilirkişi denir.

    Bilirkişilik özel bir bilgi ve yeterlilik gerektiren bir konuda gerekli uzmanlığa sahip bir kişiden muteber bir kanıt alınmasını içeren çok eski bir kural olup, bunu yapan kişilere bilirkişi denmektedir. Bu anlamda, özel bir bilgi ya da teknik yeterlilikten bahsedildiğinde mahkemenin uzmanlık alanına girmeyen alanlar, bunların başında ise, tıp, mühendislik, mimarlık, finans gibi konular akla gelmektedir.

    Burada en önemli konulardan bir tanesi, uzun yıllar deneyime sahip kişilerin bilirkişi olarak kullanılmasındansa özel bir alanda özel bir eğitime sahip ve meslektaşları arasında bu konuda uzman sayılabilecek kişilerin bilirkişi olarak tayin edilmesidir. Aksi halde, konunun gerektirdiği uzmanlıktan faydalanılamamış ve bir ihtiyaç olarak mahkemenin duyduğu bilirkişilik kurumu, doğru faydayı sağlayamamış olabilecektir.

    Bilirkişilikte diğer önemli bir konu da, bilirkişilerin bildirdikleri görüşlerinin mutlaka geçerli ve kabul edilebilir deliller ile kanıtlanmış olaylara dayanması hususudur. Aksi halde bilirkişilerin tahmin, kişisel görüş, olayları kendi kafasında tamamlama, eğilim v.b. faktörlere dayanarak görüş bildirmesi durumunda, bilirkişilik amacına hizmet etmemiş olacaktır.

    Bilirkişilik kavramının bir başka önemli boyutu da, bu uzmanların kim adına mahkemelere görüş bildireceği hususudur. Zira özellikle Anglosakson hukukunda örneklerine rastladığımız tarafların bilirkişi tutabilmesi uygulaması bazı sakıncaları da berberinde getirmektedir. Bilirkişi üzerindeki potansiyel çıkar çatışması bir sorun oluşturmaktadır. Bir tarafta bir bilirkişinin mahkemelere olan büyük katkısı, diğer tarafta da Karşıt Sistem’de (Adversary System) tarafsızlığının bedeli olarak hizmetinin karşılığında kendisine ödeme yapan tarafa daha yatkın olacağı varsayımı kalmaktadır. Kuşkusuz kendisine bir hizmet sunması için tutulmuş kişiler ile kendisine yeterli ödeme yapılan kişiler arasındaki ilişki bakımından doğal bir önyargı bulunmakta ve işi verenler tarafından tutulan bilirkişiler paralı ajanlar olarak görülebilmektedir.

    Bu önyargı probleminin giderilmesi için bilirkişinin mahkeme tarafından atanması yerinde görülmektedir. Nitekim, Belçika, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde durum bu şekildedir. Karşıt Sistem (Adversary System)’in alternatifi olan Sorgulayıcı Sistem (Inquisitorial System) olarak adlandırılan “Civil Law” sisteminin uygulandığı bu ülkerlerde, ki ülkemiz de bu sisteme dahildir, bilirkişinin hem seçilmesi hem de ödemesinin yapılması tarafsız bir otorite tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu sayede, karşıt sistemde kendilerini tutan taraflara yatkın görüş bildireceğinden endişe edilen bilirkişilerin sorgulayıcı sistemde hiçbir tarafı tutmadan objektif olarak, elde edilmiş kabul edilebilir deliller üzerinden görüş vermesi sağlanabilmektedir. Örneğin, Fransa’da hakim yasal bilirkişiler arasından seçilmekte ve bu bilirkişiler hakim tarafından sorgulanabilmektedir.

    Bizim kanunlarımızda ise bilirkişilik kavramı yukarıda bahsi geçen sorgulayıcı sisteme uygun olarak düzenlenmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 275. maddesinde “Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez” ifadesine yer verilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 63. maddesinde ise;

                  “(1)Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görü

    şünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya

    sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak

    hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda

    bilirkişi dinlenemez.(2) Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok

    olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir. Birden çok bilirkişi atanmasına ilişkin

    istemler reddedildiğinde de aynı biçimde karar verilir. (3) Soruşturma evresinde

    Cumhuriyet savcısı da bu Maddede gösterilen yetkileri kullanabilir.”

    Gerek Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu gerek de Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili maddelerinde bilirkişilik kurumuna çözümünün özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde başvurulabileceği, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca, yine anılan maddelerde kovuşturma esnasında bilirkişinin mahkemece atanacağı da ifade edilmektedir. Bu özellikleri bakımından bilirkişinin ülkemiz mevzuatında, gerek ceza gerek de hukuk davalarında yukarıda ifade edilen Sorgulayıcı Sistem’e uygun olarak düzenlendiği görülmektedir.

    Bu çalışmada, bilirkişilik kurumunun tarihçesi, mevzuatımızdaki ve özellikle ceza muhakemesindeki, nasıl tayin edileceği, hak ve yükümlülüklerine, sorumluluklarına değinilecek ve ayrıca bilirkişinin de bu fonksiyonunu yerine getirirken karşılaşılacak bilirkişinin yasaklanması, reddi ve çekinmesi konularında açıklamalarda bulunulacaktır.

  • HUKUKUMUZDA VE CMK’DA BİLİRKİŞİLİK

    BİLİRKİŞİLİĞİN TARİHÇESİ

    Tarihçeye, günümüz modern hukukunun bugünkü temellerinin atıldığı Roma Hukuku dönemi ile başlamamız daha doğru olacaktır. Roma Hukukunda bugünkü anlamda bir bilirkişilik kurumu yoktu. Çünkü bilirkişiye duyulan ihtiyaç sınırlı konuda idi. Bugünkü anlamda bir ihtisaslaşma da söz konusu değildi. Bilirkişilere ihtiyaç duyulmamasının nedeni, zaten “artiber” denilen uzman hâkimlerin davaya bakmasıydı. İmparatorluk döneminde, ceza hâkimlerine beraberinde teşekkül eden bir danışma kurulu yardımcı olmakta idi. Sadece, akıl hastalığı veya müessir fiil gibi tıbbi konularda hekimler resmen görevlendirilerek bilirkişilik görevini ifa etmekteydi.

    Juris Consulte tarafından hazırlanan kanunlara göre yaraların öldürücü olup olmadığı araştırılır, ihmal ve bakımsızlıktan ölüm meydana gelirse bu adam öldürme olarak kabul edilmezdi. Soy tayini için gebeliğin asgari ve azami süreleri saptanmıştı. Suçlu akıl hastaları ile reşit çağına varmamış çocukların cezai ehliyetleri yoktu. Bilirkişiliğe ilişkin ilk örnek Julius Sezar’ın Senatoda şiş, bıçak, kama gibi kesici, delici aletler ile öldürülmesi üzerine cesedi bir hekime muayene ettirilmesi üzerine ortaya çıkmıştır. 23 adet bıçak yarası tespit edilmiş, bunlardan sadece birisinin göğüs boşluğuna girdiği yani öldürücü olduğu tespit edilmiş, diğer yaraların öldürücü olmadığı rapor edilmiştir. Bu olay gerçek bir tıbbi uzman incelemesi olarak düzenlenen ilk ilmi rapor olarak değerlendirilmektedir

    Fransız Hukukunda ise bilirkişilik, 1957 yılına kadar kanunla düzenlenmedi. Bu tarihe kadar bilirkişilik, ilmi ve mahkeme içtihatlarının geliştirdiği bir kurum olarak uygulandı. Kurumun uygulanmasına, öğreti ve mahkeme içtihatları yön verdi.

    Bilirkişilik kurumunun Türk mevzuatına ilk girişi, 1808 Fransız Ceza Usul Kanunu’nun iktibas edilerek 1879 tarihli Usul-ü Muhakemat-ı Cezaiye Kanun-u Muvakkat’ın yürürlüğe girmesiyle olmuştur. Bu Kanun 1929 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. O dönemde bilirkişilik Fransa’daki uygulamalara paralel olarak uygulanmış ve bir çeşit tanıklık olarak kabul edilmiştir. Bugünkü anlamda kurumun oluşması ise, 1929’da Alman Ceza Muhakemesi Usul kanununun iktibası ile mümkün olmuştur.

    Görüldüğü üzere Osmanlı dönemi uygulamalarında hukuk sistemine hâkim olan Fransız sisteminin hâkimiyetinde gelişen bilirkişilik kurumu, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi Cumhuriyet dönemi ile birlikte zaman içerisinde Alman Ceza Muhakemesi etkisi altında gelişmiştir. 

    HUKUK SİSTEMİMİZDE BİLİRKİŞİLİK

    Medeni Usul Hukukunda Bilirkişilik

    Medeni yargılama hukukunda kabul edilen tasarruf ilkesi gereği,  kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya veya açmış olduğu bir davayı devam ettirmeye zorlanamaz. Bu nedenle hâkim de tarafların bir talebi olmaksızın kendiliğinden bir davaya bakamaz. Bu ilkenin tamamlayıcısı olarak kabul edilen taraflarca hazırlama ilkesi gereği, çekişmeli yargıda taraflar iddia ve savunmalarının temelini oluşturan olay olgu ve bunların delillerini getirmelidirler. Taraflara, iddia ve savunmalarını ispat etmeleri için getirilmiş olan bu yükümlülük, hâkimin kendiliğinden bilirkişiye başvurmasını engellememektedir. Çekişmeli yargıda, kamu düzenini ilgilendiren davalarda istisnaen uygulanan resen araştırma ilkesi gereği de hâkimin tarafların ileri sürmedikleri olayları dikkate alarak tarafların talebi olmaksızın kendiliğinden davanın gerektirdiği delillere başvurması dolayısıyla bilirkişi incelemesine gidebilmesi mümkündür.

    Görüldüğü gibi, gerek resen araştırma gerekse taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalarda hâkimin, önüne gelen bir uyuşmazlığı çözüme kavuşturabilmek için gerekli olan olguları tespit etmesi veya tespit edilen bu olguların olaya uygulanabilmesi için bunları takdir etmesi, yorumlaması gerekmektedir. Çünkü her hukukî uyuşmazlığı ya da bu uyuşmazlığın dayandığı vakaları bilmesi beklenmese de uyuşmazlığı çözmek hâkimin görevidir. Bu tespit veya takdiri yaparken hukuk bilgisinin dışında doğa yasalarına, tecrübe ve fizik kurallarına ihtiyaç duyabilir. Eğer davanın çözümü için gerekli olan ve hukuk bilgisiyle ulaşamayacağı bu kurallar, kendisinde mevcut değilse veya davanın çözümü için yeterli değilse, bilirkişi olarak adlandırılan uzmanların bu konuda yardımına başvurabilir. Çünkü uzmanlık alanlarının sürekli artması, hâkimin gerçeğe uygun bir yargılama yaparak davayı sonuçlandırması için uzman kişilerin yardımını gerekli kılmaktadır. Bilirkişiler de sahip oldukları özel ve meslekî bilgilerini kullanarak, tecrübe kurallarını, bunların olaya uygulanması sonucu elde edilecek sonuçları ve uyuşmazlığın çözümü için gerekli olguları tespit ederek hâkime yardımcı olmaktadırlar. Ancak hâkim, davayı sonuçlandırmak için gerekli olan hukukî bilgilerinde bir eksiklik olduğuna inanıyorsa, Medeni Kanun’da ifade edildiği gibi bilimsel ve yargısal görüşlerden yararlanmalı; bu eksikliğinin giderilmesi için hemen bilirkişiye başvurma yolunu seçmemelidir. Zira, anılan maddede şu hükümler yer almaktadır:

    “(1)Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.

      (2)Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa,  hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.

    (3) Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”

    Bireyin doğru ve güvenli yargılanma hakkını güvence altına alan bilirkişilik kurumu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuzun md. 266 ve müteakip maddelerinde düzenlenmiştir.

    Yukarıda madde metnine yer verilen medeni kanunun 1. maddesinde sayılan kaynakların bilirkişi görüşü olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışma konusu olmuştur.

    Ceza Hukukunda Bilirkişilik

    Ceza davalarında suçlu olarak iddia edilen kişinin gerçekten suçlu olup olmadığının tespit edilebilmesi, yargılama sırasında elde edilen delillerin gerçeğe uygun olarak değerlendirilebilmesi ve hiç bir delilin gözden kaçırılmaması için hâkimin kendi uzmanlık alanına girmeyen konularda bazı kişilerden yardım alması gerekmektedir. Çünkü yargılama makamının çeşitlilik gösteren olay ve bu olaylara ilişkin delilleri anlamlandıracak hayat tecrübelerine sahip olmaları beklenemez.  Bu nedenle hukukun, bilirkişi incelemesinin varlığını gerekli kıldığı alanlardan biri de ceza hukukudur. 

    Sahte para ve değerler üzerinde yapılacak incelemeler, vücudun incelenmesi, parmak izinin alınması gibi konularda, trafik suçlarında, balistik konularında, narkotikte, patlayıcılarda, ses ve görüntü bant kayıtlarında, yangınlarda bilirkişi incelemesi yapılmasının gerekliliği hissedilmektedir. Ceza davalarıyla ilgili tıbbî içerikli adlî olaylarda ise bilirkişi olarak görevlendirilen hekimlerin en çok karşılaştıkları olaylar ölüm olguları ve bunlara bağlı olarak yapılan keşif ve otopsi çalışmalarıdır. Buna göre, suçlu ya da mağdurdan alınan veya yapılan incelemeler sonucu olay yerinde bulunan saç, kıl, kan gibi unsurlarla yapılacak DNA testleri sonucu yargılama sırasında aydınlatılamamış hususlar konusunda hâkimde bir kanaat oluşacaktır Bu gibi tıbbî incelemeleri yaparak, hâkime davanın çözümü için gerekli olan özel ve teknik bilgiyi sunacak olan kişiler, tıbbî bilirkişi olarak adlandırılmaktadır. Tıbbî bilirkişilere yardımcı olmak amacıyla Polis Kriminal Laboratuvarları Biyoloji Bölümü ve Jandarma Kriminal Laboratuvarı Biyoloji Bölümü tarafından kıl, saç gibi maddelerin tanımlanması, karşılaştırılması ve DNA analizi yapılması da mümkündür.

    Ceza hukukunda bazı hususların tespiti için hâkimin, tıbbî bilgisi ve uzmanlığı olamayacağı ve kendisi karar veremeyeceği için tıbbî bilirkişi tayin etmeye mecbur olduğu haller kanunda sayılmıştır. Bu haller, şüpheli veya sanığın akıl hastası olması halinde gözlem altına alınması (md. 74), ölünün kimliğinin belirlenmesi ve adlî muayenesi  (md. 86), zehirlenme şüphesi üzerine yapılacak işlemler (md. 89), yeni doğanın cesedinin adlî muayenesi veya otopsisi yani yeni doğmuş çocuğun yaşayıp yaşamadığı vaktinde doğup doğmadığı yaşayacak durumda olup olmadığı (md. 88) gibi hallerdir.

    Ayrıca ceza davalarında da hukuk davalarında olduğu gibi kimliğin belirlenmesi amacıyla parmak izi araştırmaları yapılabileceği gibi gen testlerinden de yararlanılabilir. Bu gibi hallerde de gerekli incelemeyi yapacak olan bilirkişilerdir. Ceza muhakeme kanunumuzda, şüpheli veya sanığın ve diğer kişilerin bedeninin tıbbî muayenesi ve vücudundan örnek alınmasının hekim tarafından veya hekimin gözetiminde sağlık mesleği mensubu bir kişi tarafından yapılacağı (m. 75-76), kadının muayenesi (m. 77), moleküler genetik incelemeler (m. 78-80), fizik kimliğinin tespiti (m. 81) gibi tıbbî bilirkişi incelemesinin gerekli olduğu haller pratikte karşılaşılan önemleri gereği kanunumuza da geçirilmiştir. Bunun dışında şüpheli ölümlerde, kanunda belirtilen esaslara uygun olarak otopsinin yapılması da bir hekimin tıbbî incelemelerini gerektiren ve ceza hukuku açısından önemi bulunan bir durumdur.

    İdari Yargılama Hukukunda Bilirkişilik

    İdarenin etkinlik alanının genişlemesi, görev türlerinin artması ve bu görevlerini yerine getirip getiremediğinin denetlenebilmesi için idarenin yaptığı işin türüne göre ya kamu hukuku ya da özel hukuk kurallarının uygulanması bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir. Bu kuralların uygulandığı davalarda, sonuca ulaşılabilmesi için mahkemenin tıpkı ceza ve medeni yargılama hukukunda olduğu gibi bilirkişi incelemesine başvurduğu bilinmektedir. Ancak idarî yargılama hukukunda bilirkişilik kurumu önemli olarak kabul edilmiş olsa da medeni yargılama hukukundan farklı bir düzenleme yapılamasına gerek duyulmamış ve İdare Yargılama Usulü Kanunu md. 31. maddede yapılan yollama nedeniyle HUMK m. 275-286 ve ücrete ilişkin olarak da m. 285 uygulanacağı kabul edilmiştir. 

  • CMK’DA BİLİRKİŞİLİK

    Genel Hususlar

    Bilirkişilik müessesi ceza hukuku açısından, 5217 sayılı Ceza Muhakemesi kanunumuzda ayrı bir bölümde düzenlenmiştir. Bu durum yasa koyucunun konuya verdiği önemi göstermektedir.

    Genel olarak tanıklara uygulanan hükümlerden bilirkişilik bölümündeki maddelere aykırı olmayan hükümler bilirkişiler içinde uygulanır. Ceza Muhakemeleri Kanunumuzun 62. maddesinde bu durum açıkça belirtilmiştir.

    Bilirkişilerin atanması ile ilgili olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 63. Maddesinde şu hüküm bulunmaktadır;

    “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.”

    Yasa hükmünden de anlaşılacağı üzere belirli durumlarda hâkime bilirkişi atama yetkisi verilmiştir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi gereken konularda bilirkişi ataması yapılmaması gerekmektedir.

    Gerçekten de kanunun lafzına bakıldığında bilirkişilik müessesini, hâkimin kendi hukuki bilgisi ile çözümleyemediği daha çok teknik ve özel bilgi gerektiren alanlarda hâkimi rahatlatmak, yargılamanın doğru bir şekilde yapılmasını sağlamak amacıyla bir nevi emniyet sübabı olarak görülmektedir.

    Bilirkişi atamasını kanunumuz belirli şekil şartlarına bağlamıştır. Bu açıdan bakıldığında kanunun 64. maddesinde;

    “(1) Bilirkişiler, il adlî yargı adalet komisyonları tarafından her yıl düzenlenen bir listede yer alan gerçek veya tüzel kişiler arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler, yalnız bulundukları il bakımından yapılmış listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de bilirkişi seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine veya listelerde yer verilenlerin çıkarılmalarına ilişkin esas ve usuller, yönetmelikte gösterilir.

    (2) Atama kararında, gerekçesi de gösterilmek suretiyle, birinci fıkrada belirtilen listelere girmeyenler arasından da bilirkişi seçilebilir.

    (3) Kanunların belirli konularda görevlendirdiği resmî bilirkişiler öncelikle atanırlar. Ancak kamu görevlileri, bağlı bulundukları kurumla ilgili davalarda bilirkişi olarak atanamazlar.

    (4) Bilirkişi olarak atanan bir tüzel kişi ise, kendisi adına incelemeyi yapacak gerçek kişi veya kişilerin isimlerini, bilirkişi atayacak yargı merciinin onayına sunar.”

    denilmektedir.

    Bilirkişiliğin Hukuki Gerekliliği

    Bilirkişiliğin hukuki yönden gerekliliğine, hâkime ne şekilde yardımcı olduğuna bakarak değerlendirirsek;

    Bilirkişi hâkime 3 şekilde yardımcı olabilir;

    Önceden edindiği bilgileri kullanarak mahkemeye bu konuda genel tecrübe kurallarını bildirebilir;

    Özel eğitim ve uzmanlığı gerektiren bilgilerle ancak gözlemlenerek anlaşılabilecek ve hüküm verilebilecek olguları tespit edebilir veya,

    Uzmanlık bilgisiyle elde ettiği olgular hakkında bilimsel kuralları uygulayıp sonuç çıkarabilir.

    Öğretide de açıklandığı üzere bilirkişiliğin hâkime yargılamada yardımcı olmak amacıyla mesleğindeki tecrübelerini aktarması hususu çok önemlidir. Ancak bu husus için bilirkişinin mutlaka teknik veya bilimsel bir sıfatı olmasına gerek yoktur. Örneğin boya ile ilgili bir anlaşmazlık hususunda bu işle uzun süredir iştigal eden deneyimli bir boyacının mesleki bilgisine başvurulabilir. Esasen Yargıtay da bir çok içtihatlarında bu durumu belirtmiş bulunmaktadır.

    Bilirkişilik kurumu içinde bulunduğumuz dönem açısından hâkimleri, hukuki değerlendirmelerini tamamlayabilmeleri, doğru olarak yapabilmeleri

    Bilirkişinin Nitelikleri

    Bilirkişilik müessesinin niteliklerini ikiye ayırabiliriz. Öncelikle bilirkişinin şahsında olması gereken bazı özelliklere bakarsak;

    Bilirkişinin olmazsa olmaz özelliği alanında uzman olmasıdır. Öte yandan uzmanlığının yetmediği bir konu önüne geldiğinde dosyayı geri çevirebilmelidir.

    Bilirkişi kayıtsız şartsız tarafsızlık, bağımsızlık içinde olmanın yanı sıra özenli, disiplinli ve dürüst de olmalıdır.

    Bilirkişi davanın taraflarına eşit mesafede olmalı, kin, garez, sempati gibi hislerle hareket etmemelidir.

    Bilirkişinin açık bir düşünce ve sağlam bir mantık düzeni olmalıdır.

    Kamu hizmetlerinden yasaklılık veya belli bir meslek ve sanatı icranın tatili cezasına mahkûm olmamak ve tanık olmaya mani halinin bulunmamasıdır. (md. 45, 46, 48)

    Diğer yandan bilirkişinin şahsının yanında hazırladığı raporlarda da olması gereken birtakım özellikler vardır. Bunlar ise;

    Bilirkişi raporunda ve sözlü açıklamaları sırasında hukuki değerlendirme yapamaz. Yani bilirkişinin kendini hâkim yerine koyarak konu hakkında hukuki bir değerlendirme yapması mümkün değildir. Sadece konuyla ilgili teknik ve uzmanlık alanına ilişkin açıklamaları yapmalıdır.

    Hazırladığı raporlar mutlaka gerekçeli ve denetime açık olmalıdır. Raporda konuyla ilgili oluşturduğu kanaatlerini nelere dayandırdığını belirtmelidir.

    Rapor; tarafların ad ve soyadları, bilirkişinin çözümü ile görevlendirildiği hususlar, inceleme konusu yapılan maddî vakıalar, gerekçe, sonuç, -bilirkişi heyeti mevcutsa- bilirkişiler arasında anlaşmazlık varsa sebebi, düzenlendiği gün ve bilirkişilerin imzaları içermelidir. Bu şekli şartların da raporda bulunması gerekir.

    Ayrıca rapor; açık, net ve hâkimin anlayabileceği dille yazılmalıdır. Raporun ilgisizleri dışlayan tarzda yazılması gereklidir.

    Hazırlanan rapordan taraf adedinin bir fazlası kadar nüsha, dosyaya sunulmalıdır.

    Yasa koyucu bilirkişinin şahsına ve raporuna ilişkin tarafsızlığına verdiği öneme istinaden Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 70. Maddesinde belirttiği üzere; “Tanıklıktan çekinmeyi gerektirecek sebepler bilirkişiler hakkında da geçerlidir. Bilirkişi, geçerli diğer sebeplerle de görüş bildirmekten çekinebilir.” diyerek bilirkişinin tarafsızlığını güven altına almıştır.

    Diğer yandan bilirkişi mütalaasının hukuksal niteliğine bakıldığında öğretide 3 görüş hakimdir. İlk görüş bilirkişi mütalaasının ispat aracı yani delil olduğu görüşüdür. İkinci görüş bir delil olmamakla birlikte, delilleri değerlendirme aracı olduğudur. Üçüncü görüş ise yerine göre bazen delil, bazen delilleri değerlendirme aracı, bazen de her ikisi de olabileceği görüşüdür.

    Mahkemeler duruşma sırasında elde edilen delilleri değerlendirirken bunları teknik sebeplerle yapamazsa yani uzmanlığı bu değerlendirmede yeterli gelmezse bunların değerlendirilmesini bilirkişi’den isteyebilir. İşte bu durum bilirkişiliğin delilleri değerlendirme aracı olduğunu gösterir. Bilirkişiler sahip oldukları özel bilgiler sebebiyle uzmanlıklarını kullanarak birtakım verilere ulaşıyorlarsa bu durumdaki kanaatini mahkemeye iletmesi de delil değerlendirme aracı olarak görülür.

    Diğer yandan adli tıp raporu gibi bilirkişilik müesseselerinde başvurulan yöntemde ise bilirkişiler uzmanlıklarını kullanarak vardıkları sonuçları döktükleri raporlar bazı durumlarda direkt delil olarak değerlendirilebilir.

    Bilirkişinin Atanması ve Çalışması

    Bilirkişi atayacak makam

    Ceza muhakemesinde kural olarak,  bilirkişi atamaya yetkili olan  kişi, hâkim  veya  mahkemedir.  Kural olarak hakim veya mahkeme atarsa da, soruşturma evresinde de Cumhuriyet savcısı yetkilidir. 1412 sayılı önceki CMUK da savcı ancak “gecikmesinde sakınca”  bulunan hallerde bilirkişi atayabilmekteydi. Yeni kanunumuz 63/3 maddesindeki düzenlemeyle böyle bir şart aranmamıştır. Burada amaç soruşturmanın eksiksiz yapılması ve tamamlanması ile yargılamada fazla zaman kaybını önlemektir. Atamalar re’sen olabileceği gibi Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Yetkide ki kısıt ise hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bulunmaktadır.(md. 63/1)

    Atanacak bilirkişi sayısı

    Kanun sayı bakımından bir sınır koymamıştır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 63/2 maddesinde “Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir” şeklinde ki düzenleme soruşturma aşamasında savcının olmak üzere hâkim ve mahkemenin gerektiği kadar bilirkişi atayabileceklerini göstermektedir. Kanunda sayı adedine ilişkin bir sınırlama yapılmamış olmasına rağmen sayının üç-beş gibi tek sayı olarak belirlenmesinde fayda bulunmaktadır.  Zira, görüşlerin farklı olması durumunda eşitliğin bozulması için bu şekilde bir belirleme yapılmış olması fayda getirecektir.

    Bilirkişi olarak atanacaklar

    Bilirkişiler, il adlî yargı adalet komisyonları tarafından her yıl düzenlenen bir listede yer alan gerçek veya tüzel kişiler arasından seçilirler.(md. 64/1) Öte yandan cumhuriyet savcıları ve hâkimler, yalnız bulundukları il bakımından yapılmış listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de bilirkişi seçebilirler. Bunula beraber listelerde yer almamış bilirkişiler de atanabilirler. Bu durumda atama kararında, gerekçesi gösterilmelidir.(md. 64/2) Kanunumuz “..ancak kamu görevlileri, bağlı bulundukları kurumla ilgili davalarda bilirkişi olarak atanamazlar” ifadesi ile kamu görevlileri yönünden bir kısıt getirmiştir. Kanunların belirli konularda görevlendirdiği resmî bilirkişiler öncelikle atanırlar.(md.63/3) Yasalarımızda belirtilen resmi bilirkişiler şunlardır.

    Adli Tıp Kurumu

    Üniversitelerin Tıp Fakültelerinin Adli Tıp ana Bili Dalları

    Yüksek Sağlık Şurası

    Adli hekimlerin bulunmadığı yerlerde, hükümet ve belediye hekimleri, bunların bulunmadıkları yerlerde diğer resmi (sağlık ocakları vb) hekimler, bunların da olmadıkları yerlerde diplomalı serbest hekimler.

    Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 64/3. maddesine göre “Kanunların belirli konularda görevlendirdiği resmî bilirkişiler öncelikle atanırlar.” Görevi yapmayı engelleyecek özel sebepler bulunmadıkça bu kişilerin yerine bir başkası tayin edilemez. Kanunda istisnai kimi durumlarda kimlerin özellikle görevlendirileceği yazılıdır. Atamayı yapan makamın burada başka bir seçim yetkisi bulunmamaktadır. Örneğin “Ölünün adlî muayenesinde tıbbî belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini belirlemek için tüm bulgular saptanır. Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim görevlendirilerek yapılır.”(md 86/2-3).

    Yeni bilirkişi atanması ile ilgili olarak da kanunun 67/5. maddesinde şu ifadeler yer almaktadır:

    “bilirkişi incelemeleri tamamlandığında, yeni bilirkişi incelemesi yapılması veya itirazların bildirilmesi için istemde bulunabilmelerini sağlamak üzere Cumhuriyet savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanunî temsilciye süre verilir.”

    Maddi gerçeğe ulaşarak karar vermek zorunda olan hâkim veya cumhuriyet savcısı aynı konuda aynı bilirkişiye bir defa daha inceleme yaptırabileceği gibi aynı konuda ayrı bir bilirkişiye başvurabilecektir.

    Gerçek kişilerin yanında tüzelkişiler de bilirkişi olarak atanabilmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 64/4. maddesi uyarınca bilirkişi olarak tüzel kişi atanmışsa ataması yapılan tüzel kişi kendisi adına incelemeyi yapacak gerçek kişi veya kişilerin isimlerinin, bilirkişi atayacak yargı merciinin onayına sunulması gerekmektedir.

    Bilirkişiye Başvurunun İhtiyariliği

    Ceza muhakemesinde,  kural olarak bilirkişiye başvurma mecburiyeti bulunmamaktadır. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 64/1. maddesindeki hüküm, düzenlenişi ile bilirkişiye başvuru atama makamının takdirine bırakmıştır.

    Ancak istisnai olarak da olsa yasada belirtilen belirli konularla ilgili sorunun çözümü için bilirkişi incelemesi yapılması zorunludur:

    Para ve devlet tarafından çıkarılan tahvil ve hazine bonosu gibi değerler üzerinde işlenen sahtecilik suçlarında (md. 73)

    Fiili işlediği yolunda kuvvetli şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup olmadığını, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamada (md.74)

    Ölünün kimliğini belirleme ve otopsi (md. 86-87)

    Yeni doğanın cesedinin adlî muayenesi veya otopsi (md. 88)

    Zehirlenme şüphesi üzerine (md. 89)

    Yukarıda yazılı konularda, bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olan merciinin, sorunun çözümünün özel veya teknik bilgiyi gerekip gerektirmediği konusundaki takdir yetkisi ortadan kaldırılmıştır.

    Bilirkişinin Yükümlülükleri

    Bilirkişiliği kabul yükümlülüğü

    Kural olarak bilirkişiliği kabul zorunlu değildir. Ancak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 65. maddesinde belirtilen kişi veya kurumların bilirkişilik görevini kabul etmekle yükümlü oldukları ifade edilmiştir. Bu kişiler, anılan kanun maddesinde şu şekilde sayılmıştır:

    “a) Resmî bilirkişilikle görevlendirilmiş olanlar ve 64 üncü maddede belirtilen listelerde yer almış bulunanlar.

    İncelemenin yapılması için bilinmesi gerekli fen ve sanatları meslek edinenler.

    İncelemenin yapılması için gerekli mesleği yapmaya resmen yetkili olanlar.”

    Bilirkişinin yemin etme yükümlülüğü


    Listelere kaydedilen bilirkişiler, il adlî yargı adalet komisyonu huzurunda “Görevimi adalete bağlı kalarak, bilim ve fenne uygun olarak, tarafsızlıkla yerine getireceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim.” sözlerini tekrarlayarak yemin ederler. Ancak bu bilirkişilere görevlendirildikleri her işte yeniden yemin verilmez.(md. 64/5)


    Listelerde yer almamış bilirkişiler, görevlendirildiklerinde kendilerini atamış olan merci huzurunda CMK md 64/5 deki gibi yemin ederler. Yeminin yapıldığına ilişkin tutanak hâkim veya Cumhuriyet savcısı, zabıt kâtibi ve bilirkişi tarafından imzalanır.(md. 64/6)

    İnceleme yapma ve sonuçlarını bildirme (raporlama) yükümlülüğü

    Bilirkişi incelemesi ve neticesinde düzenlenen rapor yeterli olmalı, eksiklikler içermemelidir. Yargıtay’ın istikrar kazanan içtihadı, bilirkişi raporları veya diğer tetkikler arasında farklılık varsa, yeniden bilirkişi raporu aldırılarak, hüküm kurulması gerektiği yönündedir. Keşfe katılan bilirkişilerin raporları eksik kendinden bekleneni içermiyorsa kendisinden ek rapor aldırılmalıdır. İnceleyip rapor edeceği konularda bilirkişiler, görevini, kendisini atamış olan merci ile ilişki içinde yerine getirir.

    Bilirkişi yaptığı tüm incelemeleri bir sonuca/rapora bağlamalıdır.  Rapor vermek yükümlülükleri, zaten işlerinin gereğidir. İncelemeleri sona erdiğinde bilirkişi yaptığı işlemleri ve vardığı sonuçları açıklayan bir raporu, kendisinden istenen incelemeleri yaptığını ayrıca belirterek, imzalayıp ilgili mercie verir veya gönderir. Birden çok atanmış bilirkişiler değişik görüşleri yansıtmışlarsa veya bunların ortak sonuçlar üzerinde ayrık görüşleri varsa, bu durumu gerekçeleri ile birlikte rapora yazarlar. Ancak, bilirkişi raporunda, hâkim tarafından yapılması gereken hukukî değerlendirmelerde bulunulamaz.(md. 67) Öte yandan bilirkişi görevi gereği kendisine teslim edilmiş olan eşya ve/veya belgeleri hemen geri verir.

    Bilirkişi yazılı raporunun yanında Mahkeme, her zaman bilirkişinin duruşmada dinlenmesine karar verebileceği gibi, ilgililerden birinin istemesi halinde de açıklamalarda bulunmak üzere duruşmaya çağırabilir. Yaptıkları açıklamalardan sonra mahkeme başkanı veya hâkim, çekilmelerine izin vermedikçe, bilirkişiler duruşma salonunda kalırlar; ancak salona teker teker alınıp birbirinden ayrı olarak dinlenmeleri zorunlu değildir.(md. 68)

    Bilirkişinin süre olarak görevi, işin niteliğine göre üç ayı geçemez.(md. 66/1) Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre, bilirkişinin istemi üzerine, kendisini atayan merciin gerekçeli kararıyla en çok üç ay daha uzatılabilir.(md. 66/1) Belirlenen süre içinde raporunu vermeyen bilirkişi hemen değiştirilebilir. Bu durumda bilirkişi, o ana kadar yaptığı işlemleri açıklayan bir rapor sunar ve görevi sebebiyle kendisine teslim edilmiş olan eşya ve belgeleri hemen geri verir. Bu bilirkişi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 64. maddesinde öngörülen listelerden çıkarılabileceği gibi; gecikme dolayısıyla uğranılmış zararları ödemesine de karar verilebilir.

    Bilirkişinin Hakları

    Bilirkişinin yapacağa işe bağlı haklarının yanında bir de ücret isteme hakkı bulunmaktadır.

    Bilirkişinin tedbir alınmasını isteme hakkı


    Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 66/3. maddesinde bilirkişinin, görevini, kendisini atamış olan merci ile ilişki içinde yerine getireceği, gerektiğinde bu mercie incelemelerindeki gelişmeler hakkında bilgi vereceği ve yararlı görülecek tedbirlerin alınmasını isteyebileceği ifade edilmiştir. Burada yararlı görülebilecek tedbirler delille bağlantılı farkedilen veya bilinen diğer delillerin de korunma ve emniyet içine alınması, taraf baskısından arındırılma v.b. hususlardır.

    Bilirkişinin bilgi edinme hakkı

    Bilirkişi, görevini yerine getirmek amacıyla bilgi edinmek için şüpheli veya sanık dışındaki kimselerin de bilgilerine başvurabilir. Bu bağlamda uzmanlık alanına girmeyen bir sorun bakımından aydınlatılmasını isteyebilecektir. Böyle bir durumda ise, hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı, nitelikli ve konusunda bilgisiyle tanınmış kişilerle bir araya gelmesine izin verebilir. (md. 66/4) Muayene ile görevlendirilen hekim bilirkişi, görevini yerine getirirken zorunlu saydığı soruları, hâkim, Cumhuriyet savcısı ve müdafi bulunmadan da mağdur, şüpheli veya sanığa doğrudan doğruya yöneltebilir. (md. 66/6)


    Buradaki amaç gerçeği raporda sağlıklı ve güvenilir bir şekilde ortaya koymaktır.

    Ücret isteme hakkı

    Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 72. maddesine göre bilirkişiye, inceleme ve seyahat gideri ile çalışmasıyla orantılı bir ücret ödenir. Bilirkişiye verilen ücret yalnızca çalışması ile orantılı bir ücret değildir. Bunların yanında bilirkişinin işin yapım sürecinde yapacağı seyahatlerle aynı zamanda inceleme ücretidir. Görevlendirmeyi yapan mercilerden beklenen hakkaniyete uygun angaryaya dönüşmeyen bir ücret kararıdır.

    Bilirkişinin Sorumlulukları

    Bilirkişin sorumluluklarını aşağıdaki başlıklar halinde incelemek mümkündür.(Dönmez 2007, ss. 1145-1177)

    Bilirkişinin hukuki sorumluluğu

    Bilirkişilerin yazdığı raporların gerçeğe uygun olmalıdır. Raporun gerçeğe hilafından mütevellit zarar görenler borçlar kanunu hükümlerine göre tazminat talepleri söz konusu olabilecektir.

    Bilirkişinin disiplin sorumluluğu

    Görevini yapmayan bilirkişi hakkındaki işlem alt başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 71/1. maddesinde “Usulünce çağrıldığı hâlde gelmeyen veya gelip de yeminden, oy ve görüş bildirmekten çekinen bilirkişiler hakkında 60’ıncı maddenin birinci fıkrası hükmü uygulanır.” 60/1. maddesine göre ise “Yasal bir sebep olmaksızın tanıklıktan veya yeminden çekinen tanık hakkında, bundan doğan giderlere hükmedilmekle beraber, yemininin veya tanıklığının gerçekleştirilmesi için dava hakkında hüküm verilinceye kadar ve her hâlde üç ayı geçmemek üzere disiplin hapsi verilebilir.” hükümleri düzenlenmiştir.

    Bilirkişinin cezai sorumluluğu

    Cezai sorumluluk hem bilirkişilik görevinden ve hem de bu görevin niteliğinden kaynaklı cezai sorumluluk getirmektedir.

    Görevin niteliğinden kaynaklı olandan belirtilmek istenen görevini yaparken kamu görevlisi sıfatı ile yapmış olmasıdır. Kamu görevlisi Türk Ceza Kanunu’nun 6/1-c de “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” olarak tanımlanmıştır. Madde gerekçesinde ise “Bilindiği üzere, kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir.” şeklinde açıklanmıştır. Öte yandan yine aynı gerekçeye göre bu faaliyetin yürütülmesine katılan kişilerin maaş, ücret veya sair bir maddî karşılık alıp almamalarının, bu işi sürekli, süreli veya geçici olarak yapmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu bakımdan, örneğin mesleklerinin icrası bağlamında avukat veya noterin kamu görevlisi olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Keza kişi, bilirkişilik, tercümanlık ve tanıklık faaliyetinin icrası kapsamında bir kamu görevlisidir.

    Sırf kamu görevlisi sıfatı ile yaptığı için, gerektiğinde Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen sadece kamu görevlilerinin işleyebileceği “özgü” suçlar kapsamında cezalandırılabileceklerdir.

    Görevinin niteliğinden kaynaklı sorumluluğunun yanında Türk Ceza Kanunu’nun 276/1. maddesine göre yargı mercileri veya suçtan dolayı kanunen soruşturma yapmak veya yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip bulunan kişi veya kurul tarafından görevlendirilen bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalâada bulunmaları halinde düzenlenen hükme uygun düşmesi halinde sorumlu olacaklardır.

    Bilirkişinin Yasaklanması, Reddi ve Çekinmesi

    Yasaklama

    Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 64 maddesinde kimlerin bilirkişi olarak atanabilecekleri düzenlenmiştir. Anılan kanunun 64/3. maddesinde de kanunların belirli konularda görevlendirdiği resmî bilirkişilerin öncelikle atanacağı belirtilmiştir. Fıkranın devamında ise “Ancak kamu görevlileri, bağlı bulundukları kurumla ilgili davalarda bilirkişi olarak atanamazlar.” şeklindeki düzenleme ile çalıştıkları kurumlarla ilgili davalarda resmi bilirkişilerin atanması yasaklanmıştır.

    Kanunun 87/3. maddesinde  “Ölümünden hemen önceki hastalığında öleni tedavi etmiş olan tabibe, otopsi yapma görevi verilemez” ifadesi yer almıştır. Ölümden önceki hastalığı ile ilgilenen hekimin “otopsi” için bilirkişilik yapması yasaklanmıştır.

    Red

    Kanunun 69. maddesinde bilirkişinin reddi halleri düzenlemiştir. Buna göre, hâkimin reddi sebepleri bilirkişiler içinde geçerli olacaktır.

    Kanunun 25. maddesinde “tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı” hâkimin reddi gerekeceği belirtilmiştir. Bu durum bilirkişi için de geçerli olacaktır. Zira eğer bilirkişi;

    Suçtan kendisi zarar görmüşse,

    Sonradan kalksa bile şüpheli,  sanık veya mağdur ile aralarında evlilik,  vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunmuşsa,

    Şüpheli,  sanık veya mağdurun kan veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyundan biri ise; şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlât edinme bağlantısı varsa,

    Şüpheli,  sanık veya mağdur ile aralarında üçüncü derece dahil kan hısımlığı varsa, 

    Evlilik sona ermiş olsa bile,  şüpheli,  sanık veya mağdur ile aralarında ikinci derece dahil kayın hısımlığı varsa;  aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adlî kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği veya mağdur vekilliği yapmışsa; 

    Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse, 

    ilgili davada bilirkişilik görevi yapamayacaktır.

    Çekinme

    Bilirkişilikten çekinmeye ilişkin düzenleme kanunun 70. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre tanıklıktan çekinmeyi gerektirecek sebepler bilirkişiler hakkında da geçerlidir, bilirkişi geçerli diğer sebeplerle de görüş bildirmekten çekinebilir.

    Tanıklıktan çekinme ise 45/1. maddede düzenlenmiştir. Buna göre aşağıda yazılı kişiler tanıklıktan çekinebilecekleri gibi bilirkişilikten de çekinebileceklerdir.

    Şüpheli veya sanığın nişanlısı.

    Evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi.

    Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.

    Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları.

    Şüpheli veya sanıkla aralarında evlâtlık bağı bulunanlar.

    Meslek ve sürekli uğraşıları nedeni ile aşağıda yazılı olanlar da çekinebileceklerdir. (md. 46/1)

    Avukatlar veya stajyerleri veya yardımcılarının, bu sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri yargı görevi sebebiyle öğrendikleri bilgiler.

    Hekimler, diş hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek veya sanatları mensuplarının, bu sıfatları dolayısıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında öğrendikleri bilgiler.

    Malî işlerde görevlendirilmiş müşavirler ve noterlerin bu sıfatları dolayısıyla hizmet verdikleri kişiler hakkında öğrendikleri bilgiler.

  • SONUÇ

    Bilirkişiliğin hukuki gerekliliğini anlayabilmemiz için öncelikle çağımızda yaşanan olayların sosyal ve ekonomik yanlarını değerlendirmek gerekmektedir. Sanayi devrimi süreci ile birlikte dünya çapında toplumsal yapılarda çok hızlı değişiklikler gerçekleşmiştir. Bu süreci de teknoloji ve iletişim devrimi izlemiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde teknoloji, bilim baş döndürücü bir hızla gelişmekte ve bireylerin bu değişime tek başlarına ayak uydurabilmeleri gerçekten zorlaşmaktadır. Bu yönden bakıldığında bir kişinin her alanda uzman olması beklenemez. Dolayısıyla işbölümü ve uzmanlaşma önemini bir kat daha arttırmıştır. Meslek dalları çeşitlenmiş her meslek dalının altında da ayrı alt alanlar oluşmuş bunlarla ilgili uzmanlıklar çıkmıştır.

    Toplumsal yapıdaki bu değişikliklere bakıldığında, suç ve suç işleme şekillerinin de hızla değiştiği ve geliştiği gözden kaçmamaktadır. Bu karmaşık yapıdaki suç şekillerinin algılanabilmesi ve gereken cezaların verilebilmesi için olayların iyi kavranması gerekir. İşte burada bilirkişiler yargıda adaletin sağlanması açısından hakime yardım anlamında çok önemli görevler üstlenmektedirler.

    Çözümlenmesi zor, karmaşık teknik bilgiler gerektiren yada tecrübeye dayalı yani uzmanlık gerektiren durumlarda hakimin bu konuları bilirkişiye inceletmesi ve bu bilgiler ışığında hukuki kararını vermesi adaletin de doğru tecelli etmesini sağlayacaktır.

    Hukuki yönden bilirkişilik artık bu tip kompleks konuların çözülmesinde gereklilik olarak görülmektedir.

 

Share on
Bir cevap yazın